Bazen düşünüyorum; akıllılar neden bu kadar kuşku içindedir? Neden kendi iç sesleri bir türlü susmaz? Neden dünyayı anlamaya çalıştıkça, aslında ne kadar az şey bildiklerini fark eder ve gittikçe daha çok susarlar? Belki de mesele, zekânın taşıdığı o ağır yüktür. İnsan zihni genişledikçe evren biraz daha büyür; evren büyüdükçe de insanın gölgesi küçülür. İşte o küçülen gölge, içinde derin bir mütevazılık taşır. Çünkü hakikate atılan her adım, insanı biraz daha titrek, biraz daha kırılgan ve biraz daha sorumlu kılar.
Oysa aptallar… Sanki dünyanın tüm yükünden muaf doğmuş gibi yaşarlar. Hiçbir şey bilmedikleri hâlde her şeyi biliyormuş gibi konuşurlar. Sözleri hafiftir; içi boştur ama sesi yüksektir. Gözlerinde en ufak bir kuşku kıpırtısı yoktur; çünkü soracakları bir soru da yoktur. Kendilerine dair en küçük bir şüphe duymadıkları için özgüvenleri küstahlığa dönüşür. O küstahlık da çoğu zaman başkalarının omzuna saplanan görünmez bir bıçak olur.
Bazen bu küstahlığın karşısında öfke duyarım. Ama sonra durup kendime sorarım: Belki de onların sertliği, cehaletin kalın ve soğuk taş duvarlarından geliyor. Ve biz, o duvarları yıkmaya çalışanlar, her sorunun ağırlığını omuzlarımızda taşıdığımız için böyle kırılgan görünüyoruz.
Çünkü akıllı insanın iç sesi hiç susmaz. Bir düşünce diğerine sürükler, her cevap yeni bir soruyu doğurur. Akıllı insan sürekli kendini yoklar:
Doğru mu yaptım? Yanılıyor olabilir miyim? Başka bir yol var mı?
Bu sorgulama, hiçbir mahkemenin veremeyeceği kadar adil bir hesaptır. Kendiyle yüzleşirken saklayacak bir karanlığı yoktur; kendi gölgesinin bile farkındadır. İşte bu farkındalık, insanın kalbine belirsiz ama derin bir ağırlık bırakır. Zamanla o ağırlık, insanı sessiz bir bilgelikle olgunlaştırır.
Belki de asıl mesele budur: Kimi insanlar yaşamı ciddiye aldıkları için kuşkucudur, kimileriyse yaşamı hiç anlamadıkları için gereksiz bir özgüvenle dolaşır. Akıllı insan başkalarını kırmaktan korkar; çünkü kalbin kırıldığında nasıl titrediğini bilir. Aptal ise kalbin kırıldığını çoğu zaman fark etmez bile. Akıllı insan “ya incitirsem?” diye düşünürken, aptal “ben haklıyım” diye böğürür.
Ve yaşam, işte böyle tuhaf bir denge içinde akıp gider:
En çok susanlar, en çok düşünenlerdir.
En çok bağıranlar ise çoğu zaman en az anlayanlar.
Yine de tüm bu karşıtlıkların arasında, akıllı insanın derin kuşkusunda saklı bir güzellik vardır. O kuşku insanı daha dikkatli, daha özenli, daha merhametli kılar. Kendini sorgulayan insanlar, dünyayı daha adil bir yer yapma ihtimali taşıyan belki de tek kişilerdir. Çünkü yanılmaktan korkanlar hakikati aramaya devam eder; bildiğini sananlarsa bilmekten uzaklaşıp yalnızca kendi yankılarının esiri olur.
Bütün bunları düşünürken içimden bir ses fısıldar: Belki de kuşku, zekânın cezası değil; insanlığın en değerli kanıtıdır. Akıllı insanın içindeki o ince sızı, kalbin hâlâ hayatta olduğunun işaretidir. O ses susarsa, belki de insan olmanın anlamı da susar. Ve ben, tüm kuşkularıyla yaşayan insanları hep daha gerçek, daha güçlü ve daha derin bulmuşumdur. Çünkü kendi içindeki korkuyu tanıyan insan, başkalarına umut olmayı başarabilir.
Kendinden emin görünen aptallar ise hayatın merkezinde dolaşıyor gibi görünseler de aslında kendi karanlıklarının içinde kaybolmuş yolcular gibidir. Belki sonunda herkes kendi yolunu yürür: Akıllılar kuşkunun sessiz yankısında, aptallar kendinden eminliğin sahte gürültüsünde… Ama ben bilirim ki gerçek güç, her şeyi bildiğini söyleyenlerde değil; kendine bile soru sorma cesareti gösterebilenlerdedir.
İtiraf etmeliyim ki bazen kendi içimdeki bu bitmeyen sorgulamalardan yoruluyorum. Zihnimde dönüp duran düşünceler, gecenin en sessiz anlarında beni uykusuz bırakıyor.
Ya yanılıyorsam?
Ya bir şeyi gözden kaçırıyorsam?
Ya daha iyisini yapabilecekken eksik kalıyorsam?
Bazen o kadar çok sorguluyorum ki kendime bile şaşırıyorum. Sanki zihnim, kendi etrafında durmadan dönen bir gezegen gibi… Ortalama bir insanın on dakikada unuttuğu bir düşünceyi ben günlerce içimde taşıyorum. Ama sonra fark ediyorum ki bu iç döküş bile aslında benim gücüm. Kendinden emin görünen bakışlardaki o boşluğu gördükçe, içimde taşıdığım kuşkunun beni ne kadar diri tuttuğunu anlıyorum.
Onların kolayca kurduğu cümleleri ben bir kez bile söyleyemiyorum. Çünkü insanın kendinden emin olmayışı bile bir tür vicdandır. Biliyorum ki bu içten içe yakan sorgulamalar beni aşağı çeken bir yük değil; beni ben yapan bir gerçeklik. Kendimi kırdığım, yorduğum, tükettiğim anlar oluyor. Ama sonra içimde hafif bir ışık yanıyor: Ben bu kuşkuyu kötü bir şey olduğu için değil, doğruyu bulmak istediğim için taşıyorum.
Belki de bütün mesele bu. İnsan kendine dürüst olduğunda, karanlık bile anlamlı bir renge dönüşüyor. Ve belki de aptalların küstahça özgüvenine karşı en büyük zafer, akıllıların sessiz ama istikrarlı şekilde büyümeye devam etmesidir. Çünkü onların gürültüsü çabuk söner; bizim sessizliğimiz ise zamanla yankıya dönüşür.
Bir gün dönüp kendime diyeceğim ki:
İyi ki bu kadar düşündün.
İyi ki kendini sorguladın.
İyi ki zor yolu seçtin.
Çünkü bu kuşku seni incitmedi; seni dönüştürdü. İçimdeki fırtına artık bana korkunç gelmiyor. Aksine, her soru beni biraz daha yerine oturtuyor; her tereddüt bana biraz daha dikkat kazandırıyor. Hatalarımla, doğrularımla, eksiklerimle kendimi kabul etmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki akıllı insanın kuşkusu bir zayıflık değil; yön bulmak için kullandığı bir pusuladır. Pusula sarsıldıkça, doğru yönü daha çok hatırlatır.
Ve en güzeli… Günün sonunda tüm bu düşünceler beni karamsarlığa sürüklemiyor. Tam tersine içimde bir ferahlık bırakıyor. Çünkü biliyorum ki ben sorguladıkça, yanılmaktan korktukça daha iyi biri olma ihtimalim artıyor. Kendime karşı dürüst oldukça içimde saklı duran o berraklık biraz daha görünür oluyor.
Belki de bütün bu kaosun içindeki gerçek huzur; kendini olduğu gibi kabul edip yine de daha iyisini aramaya devam edebilmektir. Ve artık biliyorum: Kuşkum benim yüküm değil, yolumun ışığı. Susmayan iç sesim cezalandırıcı değil; farkındalığımı büyüten bir rehber. Aptallığın gürültüsü ne kadar yüksek olursa olsun, benim sessizliğim ondan daha güçlü.
İşte bu yüzden yürümeye devam edeceğim. Kendimi sorgulaya sorgulaya… Düşünerek, büyüyerek, dönüşerek… Çünkü yolun sonu artık bana karanlık görünmüyor. Tam tersine, içimde yanan o küçük ama inatçı ışıkla biliyorum ki; ben ne kadar kuşku duyarsam, o kadar doğru yerdeyim. Ve sonunda her şey, tam da olması gerektiği gibi, güzel bir yere varacak.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ÖZLEM GÖÇER DEMİR
KUŞKULU GÜÇ
Bazen düşünüyorum; akıllılar neden bu kadar kuşku içindedir? Neden kendi iç sesleri bir türlü susmaz? Neden dünyayı anlamaya çalıştıkça, aslında ne kadar az şey bildiklerini fark eder ve gittikçe daha çok susarlar? Belki de mesele, zekânın taşıdığı o ağır yüktür. İnsan zihni genişledikçe evren biraz daha büyür; evren büyüdükçe de insanın gölgesi küçülür. İşte o küçülen gölge, içinde derin bir mütevazılık taşır. Çünkü hakikate atılan her adım, insanı biraz daha titrek, biraz daha kırılgan ve biraz daha sorumlu kılar.
Oysa aptallar… Sanki dünyanın tüm yükünden muaf doğmuş gibi yaşarlar. Hiçbir şey bilmedikleri hâlde her şeyi biliyormuş gibi konuşurlar. Sözleri hafiftir; içi boştur ama sesi yüksektir. Gözlerinde en ufak bir kuşku kıpırtısı yoktur; çünkü soracakları bir soru da yoktur. Kendilerine dair en küçük bir şüphe duymadıkları için özgüvenleri küstahlığa dönüşür. O küstahlık da çoğu zaman başkalarının omzuna saplanan görünmez bir bıçak olur.
Bazen bu küstahlığın karşısında öfke duyarım. Ama sonra durup kendime sorarım: Belki de onların sertliği, cehaletin kalın ve soğuk taş duvarlarından geliyor. Ve biz, o duvarları yıkmaya çalışanlar, her sorunun ağırlığını omuzlarımızda taşıdığımız için böyle kırılgan görünüyoruz.
Çünkü akıllı insanın iç sesi hiç susmaz. Bir düşünce diğerine sürükler, her cevap yeni bir soruyu doğurur. Akıllı insan sürekli kendini yoklar:
Doğru mu yaptım? Yanılıyor olabilir miyim? Başka bir yol var mı?
Bu sorgulama, hiçbir mahkemenin veremeyeceği kadar adil bir hesaptır. Kendiyle yüzleşirken saklayacak bir karanlığı yoktur; kendi gölgesinin bile farkındadır. İşte bu farkındalık, insanın kalbine belirsiz ama derin bir ağırlık bırakır. Zamanla o ağırlık, insanı sessiz bir bilgelikle olgunlaştırır.
Belki de asıl mesele budur: Kimi insanlar yaşamı ciddiye aldıkları için kuşkucudur, kimileriyse yaşamı hiç anlamadıkları için gereksiz bir özgüvenle dolaşır. Akıllı insan başkalarını kırmaktan korkar; çünkü kalbin kırıldığında nasıl titrediğini bilir. Aptal ise kalbin kırıldığını çoğu zaman fark etmez bile. Akıllı insan “ya incitirsem?” diye düşünürken, aptal “ben haklıyım” diye böğürür.
Ve yaşam, işte böyle tuhaf bir denge içinde akıp gider:
En çok susanlar, en çok düşünenlerdir.
En çok bağıranlar ise çoğu zaman en az anlayanlar.
Yine de tüm bu karşıtlıkların arasında, akıllı insanın derin kuşkusunda saklı bir güzellik vardır. O kuşku insanı daha dikkatli, daha özenli, daha merhametli kılar. Kendini sorgulayan insanlar, dünyayı daha adil bir yer yapma ihtimali taşıyan belki de tek kişilerdir. Çünkü yanılmaktan korkanlar hakikati aramaya devam eder; bildiğini sananlarsa bilmekten uzaklaşıp yalnızca kendi yankılarının esiri olur.
Bütün bunları düşünürken içimden bir ses fısıldar: Belki de kuşku, zekânın cezası değil; insanlığın en değerli kanıtıdır. Akıllı insanın içindeki o ince sızı, kalbin hâlâ hayatta olduğunun işaretidir. O ses susarsa, belki de insan olmanın anlamı da susar. Ve ben, tüm kuşkularıyla yaşayan insanları hep daha gerçek, daha güçlü ve daha derin bulmuşumdur. Çünkü kendi içindeki korkuyu tanıyan insan, başkalarına umut olmayı başarabilir.
Kendinden emin görünen aptallar ise hayatın merkezinde dolaşıyor gibi görünseler de aslında kendi karanlıklarının içinde kaybolmuş yolcular gibidir. Belki sonunda herkes kendi yolunu yürür: Akıllılar kuşkunun sessiz yankısında, aptallar kendinden eminliğin sahte gürültüsünde… Ama ben bilirim ki gerçek güç, her şeyi bildiğini söyleyenlerde değil; kendine bile soru sorma cesareti gösterebilenlerdedir.
İtiraf etmeliyim ki bazen kendi içimdeki bu bitmeyen sorgulamalardan yoruluyorum. Zihnimde dönüp duran düşünceler, gecenin en sessiz anlarında beni uykusuz bırakıyor.
Ya yanılıyorsam?
Ya bir şeyi gözden kaçırıyorsam?
Ya daha iyisini yapabilecekken eksik kalıyorsam?
Bazen o kadar çok sorguluyorum ki kendime bile şaşırıyorum. Sanki zihnim, kendi etrafında durmadan dönen bir gezegen gibi… Ortalama bir insanın on dakikada unuttuğu bir düşünceyi ben günlerce içimde taşıyorum. Ama sonra fark ediyorum ki bu iç döküş bile aslında benim gücüm. Kendinden emin görünen bakışlardaki o boşluğu gördükçe, içimde taşıdığım kuşkunun beni ne kadar diri tuttuğunu anlıyorum.
Onların kolayca kurduğu cümleleri ben bir kez bile söyleyemiyorum. Çünkü insanın kendinden emin olmayışı bile bir tür vicdandır. Biliyorum ki bu içten içe yakan sorgulamalar beni aşağı çeken bir yük değil; beni ben yapan bir gerçeklik. Kendimi kırdığım, yorduğum, tükettiğim anlar oluyor. Ama sonra içimde hafif bir ışık yanıyor: Ben bu kuşkuyu kötü bir şey olduğu için değil, doğruyu bulmak istediğim için taşıyorum.
Belki de bütün mesele bu. İnsan kendine dürüst olduğunda, karanlık bile anlamlı bir renge dönüşüyor. Ve belki de aptalların küstahça özgüvenine karşı en büyük zafer, akıllıların sessiz ama istikrarlı şekilde büyümeye devam etmesidir. Çünkü onların gürültüsü çabuk söner; bizim sessizliğimiz ise zamanla yankıya dönüşür.
Bir gün dönüp kendime diyeceğim ki:
İyi ki bu kadar düşündün.
İyi ki kendini sorguladın.
İyi ki zor yolu seçtin.
Çünkü bu kuşku seni incitmedi; seni dönüştürdü. İçimdeki fırtına artık bana korkunç gelmiyor. Aksine, her soru beni biraz daha yerine oturtuyor; her tereddüt bana biraz daha dikkat kazandırıyor. Hatalarımla, doğrularımla, eksiklerimle kendimi kabul etmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki akıllı insanın kuşkusu bir zayıflık değil; yön bulmak için kullandığı bir pusuladır. Pusula sarsıldıkça, doğru yönü daha çok hatırlatır.
Ve en güzeli… Günün sonunda tüm bu düşünceler beni karamsarlığa sürüklemiyor. Tam tersine içimde bir ferahlık bırakıyor. Çünkü biliyorum ki ben sorguladıkça, yanılmaktan korktukça daha iyi biri olma ihtimalim artıyor. Kendime karşı dürüst oldukça içimde saklı duran o berraklık biraz daha görünür oluyor.
Belki de bütün bu kaosun içindeki gerçek huzur; kendini olduğu gibi kabul edip yine de daha iyisini aramaya devam edebilmektir. Ve artık biliyorum: Kuşkum benim yüküm değil, yolumun ışığı. Susmayan iç sesim cezalandırıcı değil; farkındalığımı büyüten bir rehber. Aptallığın gürültüsü ne kadar yüksek olursa olsun, benim sessizliğim ondan daha güçlü.
İşte bu yüzden yürümeye devam edeceğim. Kendimi sorgulaya sorgulaya… Düşünerek, büyüyerek, dönüşerek… Çünkü yolun sonu artık bana karanlık görünmüyor. Tam tersine, içimde yanan o küçük ama inatçı ışıkla biliyorum ki; ben ne kadar kuşku duyarsam, o kadar doğru yerdeyim. Ve sonunda her şey, tam da olması gerektiği gibi, güzel bir yere varacak.